18 Ağustos 2013 Pazar

Tuncay Özkan'la Silivri'de...

AŞKIM VE KAVGAM VAR..



Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç'le birlikte Silivri Cezaevinin kapısındayız, hava çok sıcak ve rüzgarlı, Ankara'dan gelecek açık görüş yazısını bekliyoruz. Personele Bayramdaki açık görüşün ardından, izin verilmiş her zamanki kalabalıklar yok, etraf çok sakin. Uzun bekleyişin ardından Ankara'dan beklenen yazı geliyor ve Cezaevine giriyoruz. 
Kimliklerimizi bırakacağımız, telefon ve diğer elektronik cihazları teslim edeceğimiz ikinci bir girişe ulaşıyoruz. Ben ilk kez açık görüşe gittiğim için göz taramasından geçiyorum, ardından bir araçla Baro'ya ait bir araçla 1.Blok önüne kadar gidiyoruz. Kapıda metal eşyalarımızı, ayakkabılarımızı ve kemerimizi çıkartıp x-ray cihazından geçiyoruz. Gözlerimizi bir noktaya dikip cihazın bizi gözlerimizden tanımasını bekleyip,  turnikeyi açtıktan sonra nihayet 1.Blok içindeyiz. Üst kata açık görüş salonuna çıkarıyorlar bizi ve Tuncay'ı beklemeye başlıyoruz. 

Görevli infaz memurları tabak içinde gofret ve bisküvi getiriyorlar, duvarlara mahkum ya da tutukluların yağlı boya resimler yapmışlar, Boğaziçi Köprüsü var bir duvarda. Açık görüşe gelen çocuklar için de masal kahramanlarının resimlerin yapmışlar. Çevreyi kontrol ederken Tuncay görünüyor salonun dibindeki kapıdan. 

Her zamanki gibi ceketi üzerinde, uzun uzun kucaklaşıyoruz, boğazımda bir şeyler düğümleniyor, Tuncay gülüyor "İhtiyar ben iyiyim" diyor. Pınar'la da kucaklaşıyorlar, metal ayaklı masanın çevresindeki plastik iskemlelere oturuyoruz. 



ÖRGÜT YOK SUÇ VAR

"Örgüt yok, suç da yok ama karar var ortada" diyor Tuncay ve ekliyor; "Biliyor musunuz? Mustafa eski Türk Ceza Yasasına göre, ben yeni Türk Ceza Yasasına göre yargılanıyoruz. İlk günden beri suçumuzu soruyoruz, önce mütalayı bekleyin dediler, mütala okundu yine sorduk kararı bekleyin dediler, karar çıktı Yargıtayı  bekleyin diyorlar. Aklımızla dalga geçe geçe gidiyor."

ORTAYA ÇIKARDIĞIM SUSURLUK'TAN YARGILANDIM

Tuncay'ın anlamakta zorlandığı olayların başında Susurluk Skandalı geliyor. "Susurluk'u ben çıkardım, Susurluk'dan yargılanıp ceza yedim" diyor.
İbrahim Şahin'in duruşma salonunda kendisini gösterip; "Bu benim düşmanımdır, ölene kadar affetmeyeceğim" dediğin anlatan Tuncay, "Beni düşman görenle aynı davada aynı suçtan yargılanıyorum" diye gülümsüyor. 
Bu arada aklına bir şey geliyor ve başından geçen o ilginç olayı anlatıyor;
"Bir duruşma öncesi dinleyici bölümündeki karımla konuşacağım, önümde İbrahim Şahin var. Bitirsin öyle geçeyim diye bekledim ama uzayınca yanında sıyrılıp geçmek için hamle yapınca bileğime yapıştı,'Yazdın, yazdın bizi buraya düşürdün, sonunda kendini de getirdin' dedi. Yumruk yaptığı elinin ortasına avucuyla şaak diye vurup 'Oh olsun sana' dediğinde gülmekle kızmak arasında çaresiz kalakaldım."



Tuncay Özkan'ın mesajı

MISIR YA DA TÜRKİYE


Bu arada infaz memurları çay getiriryorlar, bisküvilerle çaylarımızı içerken Tuncay, Ergenekon'a üye bile olmadan, liderliğe kadar yükseldiğini anlatıyordu; "Ne zaman tepeye kadar çıktım, hiç haberim olmadı" dedikten sonra davanın ruhunu şöyle özetliyor:
"Bu moral değerler dönük bir savaş, hukukla falan alakası yok, gözdağı. Moral değerleri ayakta tutarak geçeceğiz bu günleri. Hukuk devletini  nasıl kuracağız, sabah kapınızın kırılmayacağı, alıp götürülmeyeceğiniz bir düzen. Bu dava geçmişin davası değildir, geleceğin davasıdır. Her diktatör yıkılırken çevresine çok zarar verir. Önümüzdeki süreçte kim başımıza bela olur, bunun karşıtlıkları nelerdir, bu karşıtlıkları ortadan kaldırmak lazım"

Yerel seçimlerle genel seçimler arasında bir yerde biteceğini söylüyor bu sürecin, "Dünya'daki karşılıkları yok" derken Mısır'a bağlıyor sözü:
"Mısır için çıkıp konuşuyor, al Mısır'ı Türkiye'yi koy, aynısı burada. Senin o zalimlerden ne farkın var, tek derdi korkutmak."

ÖCALAN'LA AYNI KOŞULLARDAYIM
Cezaevi koşullarını da  konuşuyoruz Tuncay'la, "Ben Öcalan gibi tek başıma kalacağım" diyor, günde iki saat havalandırmaya çıkartıldığını, Öcalan hangi şartlarda kalıyorsa aynı şartlarda kalacağını anlatıyor;
"Bana diyorlar ki senden nefret ediyoruz, bu cezayı çekeceksin, hem de en ağırını çekeceksin.
En dipteki hücredeyim, Müdür 'bundan sonrası yeraltı' diyor.
Can Yücel'in Sardunya'ya ağıt şiirindeki "Dip kapalı" geliyor aklıma, ağzımdan alıyor Tuncay;
"Evet dip kapalı, günde 2 saat yürüme, 72 kiloya düştüm ilk zamanlarda. Ocak yok su kaynatabiliyoruz sadece. Domates, soğan, nane haşlayıp onu yedik. 
Burada saksıda çiçek yetiştirmek bile yasak, pet şişede nane yetiştiriyorum, suyun içinde büyütüyorum naneyi, toprak yasak.."


Genel aftan yana değil Tuncay, TBMM'de yapılacak düzenlemelerle, halkın da etkisiyle bir çözüm bulunabileceğini söylüyor, karşılıklık yaratmanın yanlış olacağını özellikle vurguluyor;
"Bir sizden, bir bizden olmaz. Özgürlük bütün insanları hakkıdır, KCK da aynı durumdadır" diyor.
"Sen Osman Yıldırım'ı serbest bırakıyorsun, Tuncay Özkan'a ağırlaştırılmış müebbet veriyorsun" sözleriyle hem sanık, hem gizli tanık Osman Yıldırım'ın bırakılmasını içine sindiremiyor Tuncay Özkan.

"Sadece kendilerini değil yakınlarımız da cezalandırıyorlar" diyor Tuncay;
"Toplumsal uzlaşma ve barışla halledilmeli, yoksa yaşananların 10 katı başlarına gelir. Bunu da istemem, dilemem."



ANNEM KEŞKE SUÇLU OLSAYDIN DİYOR

2008'de Kadir gecesi tutukladığını, bayramı cezaevinde geçirdiğin, kararın yine Kadir Gecesinden bir gün önce verildiğini, ardından Bayramı cezaevinde karşıladığını anlatan Tuncay, annesinin ziyaretini anlatıyor:
"Annem iki gözü iki çeşme, anne suçsuzum diyorum. Keşke suçlu olsaydın, katlanırdım, suçsuz insana bunu nasıl yaparlar diyor. Oğlum miting yaptı diye hapis yatıyor diyor ve bunu anlatmıyorum anneme. Kızıma gelince Nazlıcan, davaların siyasi bir süreç olduğunu görüyor, bunu anlıyor."

MADDE MADDE SİLİVRİ

Tuncay sürekli davanın içinin boş olduğunu tekrarlıyor, içine sindiremiyor böyle bir davanın sanığı olmayı:
"1- Örgüt yok.
2- Danıştay cinayeti hiç bir suç olmayan dava ile zorla birleştiriliyor, suç yaratılmak isteniyor.
3- Darbe yok, hükümeti devirmek için cebir ve şiddet yok.

Susurluk Ergenekon'un kolu diyor, Susurluk'u ben ortaya çıkardım, o mantığa göre kendi örgütümüzü deşifre etmişiz. 
Ergenekon nasıl bir şey ki  haberim olmadan girmişim, üstelik terfi etmişim."

Silivri'de tutulmalarının mantığını ise şöyle açıklıyor Tuncay:
"1- Yalnızlaştırmak.
2- Kimsesizleştirmek, ekonomik ve sosyal tecrit.
3- Zorla kabul ettirmek"

Affa karşı değil Tuncay, ancak takasta kullanılmaya karşı, "Ben suçsuzum bunu haykırmaya devam ediyorum. Öcalan'la Tuncay'ı takas etmek ayıp bir şey."

ATEŞ Mİ AÇACAKSIN

Kararları büyük hukuksuzluk  olarak niteleyen Tuncay Özkan, 5 yılda mahkemenin bittiğini, Yargıtay için yeni bir 5 Yıla başlandığını söylüyor. Olayı toplumsal soruna dönüştürmeden, halkı sokaklara dökmeden siyasi olgunlukla, samimiyetle, kararlılıkla çözmek gerektiğin söyleyen "Tuncay Özkan, Genel Kurmay Başkanı, Gazeteciler ve siyasetçilere terörist diyorsun. Yargı bir karar vermiş, milletin vicdanında onay görmezse sokaklara taşar, aklı selimle çözülmeli. Halk sokağa taşarsa Adeviye Meydanındaki gibi ateş mi açacaksın. Toplum vicdanın rahatlatmak için yasal çözüm gereklidir. Türkiye halkından beklentim hukuku silah olarak gören siyasi anlayışı götürmesidir" diyor. 

HEM AŞKIM HEM KAVGAM VAR

"İçimde bir el var, yüreğimi tırmalıyor, kanatıyor, bir kız yetiştirdim mektupla babalık yaptırdılar" diye haykırıyor Tuncay ve aşkını anlatıyor, duygularını paylaşıyor;
"Bir aşkım var, hergün geldi, son gün sokmadılar, aşkımdan korktular. Aşkla da hukukla da kavgalılar. 
Benim 5 yılımı benden, sevdiklerimden alıp götürdüler. Aşka, evlat sevgisine, memleket sevdasına inanıyorum, pes etmeyeceğim. 
Ben bu ülkenin aydınlık geleceğini simgeliyorum, ne ceza varsa bana yazsınlar ama sevdamı unutturamazlar, bekle beni ne olursa olsun geleceğim. 
İster dört kolluyla ister kucaklaşmak için.
Hem aşkım, hem kavgam var, ne aşkımdan, ne kavgamdan vazgeçmedim."

ROMAN YAZIYOR

Cezaevi koşullarını, verdiği hukuk mücadelesini anlatan kitaplardan sonra bir roman yazıyor Tuncay, romanın adı 'Ötekiler';
"Dersim'de doğmuş, PKK'ya katılmış, bir dönem Apo'nun korumalığını yapmış ama sonu Ergenekon olmuş Hüseyin İnanç'ın yaşadıklarından yola çıktım."
İnfaz memurları zamanın dolduğunu söylüyorlar, yenden kucaklaşmalar. en kısa sürede özgürlüğüne kavuşmasını dileyerek, salonun en dibindeki demir kapıyı ardıda gözden kayboluşunu izliyoruz..  












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder